11.4.13

RUH


Kayalara vuran dalgalar, köpük köpük. Kayalar ada büyüklüğünde. Neredeyse bahar geldi demişti. Ama hava gene kış. Yere kadar pencereler tüm denizi ve patlayan dalgaları kucaklıyor. İki kırmız deri koltuk var cam önünde. Dışarının soğuğuna rağmen oda neredeyse sıcaktan erimek üzere. Cam yüzeyinden su damlacıkları göz yaşı gibi ağır ağır süzülüyor, daha evvelden kalma yaşlar. Odanın bir yanında köpük köpük kabarmış duygular. Köpükler yüzlerine, gözlerine bulaşmış. Yarı aralık. Bir dergi yerde, kapağında, siyah bikinli bir kadın resmi, yarı aralık gözleriyle bakıyor adam. Eli kolu çekilmiş, halsiz ve yorgun. Tümünü içine doldurmak, dolu dolu, kana kana içmek ve sonra da gerekirse kusmak istiyor. İçinde kaldığı susuz yıllara inat. Kusan kadar doyarsam kurtulurum diye ümit ediyor, nafile. Kumsaldaki mağaranın içine dolan dalgalar, köpüren, taşan sular, hiç ama hiç biri silip süpürmeye yetmiyor içindeki tortuları. Sesler doluyor kulaklarına. Tek bir odanın içinden yükselip gelen. Günlerce çıkmıyor odadan, kimi zaman sigara dumanının sisinde boğuluyor, o zaman aralıyor camı. Kokular uçuşup deniz kokusuna karışıp, tazelenip geri geliyor. Ve baştan başlıyor. Tekrar ve tekrar. Bilmiyor, nafile, boş. Kaçsa da kurtulamaz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder