Kayalara vuran dalgalar, köpük köpük. Kayalar ada
büyüklüğünde. Neredeyse bahar geldi demişti. Ama hava gene kış. Yere kadar
pencereler tüm denizi ve patlayan dalgaları kucaklıyor. İki kırmız deri koltuk
var cam önünde. Dışarının soğuğuna rağmen oda neredeyse sıcaktan erimek üzere.
Cam yüzeyinden su damlacıkları göz yaşı gibi ağır ağır süzülüyor, daha evvelden
kalma yaşlar. Odanın bir yanında köpük köpük kabarmış duygular. Köpükler
yüzlerine, gözlerine bulaşmış. Yarı aralık. Bir dergi yerde, kapağında, siyah
bikinli bir kadın resmi, yarı aralık gözleriyle bakıyor adam. Eli kolu
çekilmiş, halsiz ve yorgun. Tümünü içine doldurmak, dolu dolu, kana kana içmek
ve sonra da gerekirse kusmak istiyor. İçinde kaldığı susuz yıllara inat. Kusan
kadar doyarsam kurtulurum diye ümit ediyor, nafile. Kumsaldaki mağaranın içine
dolan dalgalar, köpüren, taşan sular, hiç ama hiç biri silip süpürmeye yetmiyor
içindeki tortuları. Sesler doluyor kulaklarına. Tek bir odanın içinden yükselip
gelen. Günlerce çıkmıyor odadan, kimi zaman sigara dumanının sisinde boğuluyor,
o zaman aralıyor camı. Kokular uçuşup deniz kokusuna karışıp, tazelenip geri
geliyor. Ve baştan başlıyor. Tekrar ve tekrar. Bilmiyor, nafile, boş. Kaçsa da
kurtulamaz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder