11.4.13

NİSAN'IN ÖYKÜSÜ


Yıldızlar ayağımıza serilmişti. Ben farkında değildim. O fark etti. ‘’Bunlar ne!’’ dedi.
‘’Yakamoz!’’.
Bunca yıl burada yaşadım, hiç böyle bir şey görmedim!’’ dedi adam.
 Ben görmüştüm ama hiç bu kadarını değil.
Deniz çarşaf denen düzlükte, gece sabaha karşı neredeyse. O daha yüksek bir kayanın üzerinde oturuyor, ben suya daha yakın. Kayalara vuran küçük kıpırtılar havai fişek gibi patlamasına neden oluyor yakamoz böceklerinin. Ateş böcekleri gibiler. Bu kış günü, nasılda buldular bizi. Hem de kaçıp saklandığımız bu dağ kovuklarında. Bir Chopin piyano sonatı eşlik ediyor sanki böceklerin kıpırtılarına. Sessizliğin sesi doluyor her ikimizin de içine. Ben aşka tecrübeliyim, o ise acemi, dalmaya hazır sert kayalıklardan taa dibe. Uzun sessizliğin ardından dudaklarının arasından dökülen ilk cümle; ‘’Burada ancak aşık olunur!’’, diyor. Evren mesajını duyuyor sanki. Daha kurumuş ırmak yatağını girmeden sıkı sıkı tutuyor elimi.
 ‘’Benim işim senden zor, sakın bırakma!’’ diyor. Taşlı dere yatağından hiç bırakmadan elimi yürüyoruz. Karanlık zifiri. Dönemece geldiğimizde taş duvarın ardındaki selvi ağaçlarından korkuyorum. Sağ yanımı dayıyorum ona,  ister istemez.
 ‘’Korktun mu!’’diyor.
Aslında, hayır, korkmamıştım, ama korkmak istemiştim, sığınmaya cesaret edebilmek için. Ancak bu sayede gövdemi ona dayayabilirdi. Yıllardır tek başıma dikildiğim kaygan toprakta bir an bile olsa bir yanını dayanmak iyi gelecekti, biliyordum. Chopin melodileri değişti, yağmur damlalarına ayak uydurmak için Beethoven’dan bir senfoni doldu kulaklarımıza. Sağdaki köpekli evin önündeki çamurlardan atlayarak geçtik. Köpek havlamadı bile. Arabanın önüne geldiğimizde, evinde önüne gelmiştik. Gitmek zorundaydım. Karşı tepede, yamaca oturmuş, üç katlı evin, ikinci katının yere kadar balkonlu salonunu ışığı yanıyordu hala. O gecelerce, işte o balkondan bakmıştı, ta bu tepeye. Gelecekte o tepedeki evin alt köşesinde ne yaşayacağını bilmeden. Alıp götürse,  gelmezdim ki, daha ilk geceden. Bırakmakta çok zordu. Arabaya yaslandığımızda gövdeme değen ellerinden tüm sıcaklığımı ve arzularımı ta içine kadar almıştı. Ayakları yerden kesilmiş, ama gitmemem için ikna edebilecek tek bir cümle kuramamıştı. Yağmur damlaları kirpiklerimden boyalarını sürükleyerek yanaklarımdan aşağıya süzülmeye başladı. Artık akıtmayacağıma yeminli gözyaşlarım gibi. Bir iki hamle de koparamadım elimi.  Ama son hamlede hiç düşünmeden elimi çekip yokuş yukarı koşmaya başladım. Kusura bakma diye bağırarak.
Ertesi sabah öğlene kadar çalışma masamdan karşı tepedeki eve baktım. Ne perde de bir oynama ne kıpırtı. Tüm dikkatim dağılmış, yapacağım hiçbir şey kalmamış gibi bekledim, saatlerce, ta ki yokuşun altından arabasının burnu görünene kadar. Araç kapıya yanaştığında evin iki kapısı arasında mekik dokudum, acaba hangi kapı daha çok ifade ederdi ki onca saat sadece onu beklediğimi anlatsın. En nihayeti diğer kapıdan girdi. Korku ve umutsuzluktan iyice büyümüş göz bebeklerimi açarak;
‘’Hiç gelmeyeceksin zannettim!’’, dedim.
NİSAN’IN ÖYKÜSÜNDEN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder