26.5.13

BURASI NERESİ DAYI?

Neredeyse yarım asır harcadım bu kürede ama öğrenip öğreneceklerim bitmedi gitti.
Kapkara bir günün sonunda, hadi! diyen arkadaşıma teslim olup gittim o Türküevine. Yıllardır Beyoğlu sokaklarında, sokak aralarında, önlerinden geçerken duyduğum ses sebebiyle bir adım dışından yürümeye çalıştığım o evlerden birine, habersiz, programsız gidiverdim. Uzaylı gibi bir kenarına iliştiğim kilim desenli sedirlerin üzerinde, sanki üzerime birşeyler bulaşacakmış gibi dimdik oturuverdim. Neresiydi burası, nasıl bir dünya, nasıl bir Türkiye.
Ter içinde siyahlara bürünmüş türkücü, kesinlikle takma adlı, Murat Ceylan. ''Maç var, havalar sıcak ondan!'' diyerek içerideki tek tük dinleyiciye açıklama yapmaya çalışıyor. Sağımı, solumu kolluyorum. Aniden fırlayıp gidebilirim. Radyo programcısı adamın sırası gelip de şiirini okuyana kadar mecbur kalacağım bu ortamda, racona göre siparişlerimizi veriyoruz, Urfa.
Sağ locada, neredeyse koltuk genişliğinde gri pantolon, beyaz gömlekli bir adam oturuyor. Nargileye dayamış ağzını, seri bir şekilde dumanı çekiyor loş ortamda peş peşe. Arkasındaki locada gece boyunca tem tek oturacak olan beyaz, kollu tişörtlü, siyah saçlı kadın oturuyor. Garson elinde nargileyle gelerek, sol locaya koyuyor. Hiçte yanılmadığım, kırk kilolarda siyah gömlek, siyah pantolon ve siyah rugan ayakkabılı bir adam gelip elinden alıyor nargileyi ve oturuyor. Nargileyi hazır etmek için o kadar çok duman çekiyor ki garson, yanakları kıpkırmızı.
Murat Ceylan'ın söylediği şarkılar ne arabesk, ne türkü, tanımadığım bir tarz ama rahatlarım diye gittiğim günümü daha da karartmaya yetiyor. Tek tük insanlar gelmeye devam ediyor. Sağdaki en son locaya uzun, ince, krem renkli eteklikli elbisesiyle başı sıkma baş bağlı bir kadın ve yanında da çizgili tişörtlü, kadından on, onbeş santim daha kısa bir adam gelip oturuyorlar. Boynuna taktığı kırmızı boncuklu kolyesi, kırmızı rugan, arkadan bantlı açık ayakkabısı ve çantasına takım. Yan yana , sıkı sıkı oturuyorlar. Evliler mi, flört mü ediyorlar diye dikkatlice bakıyorum. Flört.
İlerleyen zamanda  yanımızdaki locaya koca bir aile gelip oturuyor. Kahverengi kareli gömlekli,  göbekli ama şişman olmayan adamın karısı zayıf, mini etekli, uzun boylu, lüle lüle sarı saçlı. Kadına arkasından baktığında sarı saçı, ince beli, dar kısa etekliği ve askılı bej buluzüyle şehirli bir kadın ama yüzünü döndüğünde yüz hatları üç, beş vakit önce tarlada güneşin altında buğday ekip biçen yorgun bir köylü kadın.  Yanlarında en küçüğünün yaşı 7-8 gibi olan, üç çocukla gelmişler. Kuzen, yeğen, açık kapalı, kadın erkekli bir grup aile. Toplamda sekiz kişiler. Delikanlılardan biri askerden yeni gelmiş. Dar, düşük bel, eskitme kot pantolonu ve beyaz tişörtü ile vücudu yeni antremandan çıkmış, belli. Karşısında ki kızla aniden piste çıkıp oynamaya başlıyorlar. Aman ne oynamak. Kız kırk kilodan fazla değil, beli kopacakmış kadar ince. Kot eskitme bir gömlek, takısı, kemeri, ince topuklu yüksek ayakkabıları ile Victoria Secret mankeni gibi. Ama göbek havası durumu oryantelleştiriyor. Belini kıvırma hızına ve yaptığı figürleri algılamaya yetişemiyorum. Ağzım beş karış açık. Localarındaki ağa gibi oturan adama bakıyorum ne vakit saçından kapıp yerlerde tekme tokat sürükleyecek kızı diye. Yok, adam el çırpıyor. Ağzım açık. Gümüşhane’liler, Bayburt’lular var salonda daha ziyade ve onların kanlarını köpürten şarkılar. Yan locamızda 8-9 yaşlarında desenli elbiseli bir kız çocuğu var, kollarını birbirine kavuşturmuş, tek başına oturmuş dinliyor Mutlu’yu.  Biraz sonra bir peçetenin üzerine yazdığı istek şarkısını kalkıp veriyor şarkıcıya. Ağzım açık.
Arka locamıza son derece sarışın, askılı bluzlü, mini etekli, iki kız iki oğlanla geliyor. Son derece modernler ama burayı neden tercih ettiklerini hala anlamak istemiyorum.
Salonun dışında avluda dört masada okey oynayanlar var, birinde başı sarıklı bir kadın. Yaz havasını, yazlık mekana çeviren okey taşı sesleri. Şehrin ortasında Anadolu sayfiyesi. Sol locadaki kahverengi gömlekli adama methiyeler yolluyor şarkıcı, aman Gülcan Bey, yaman Gülcan Bey diyerek. Gülcan Bey coşkusunu engelleyemeyerek yan masadaki peçetelikten bir demet peçete alıp piste yaklaşıyor, şarkıcının başına, para destesini tek tek sıyırır gibi peçeteleri tek eliyle sıyırarak başından aşağıya yolluyor. Yan gözle de garsona talimat veriyor, acil iki paket daha peçete açsın diye. Para değil, gül yaprağı değil, peçete ısmarlanan, şarkıcıya iltifat için. Hesaba ekleniyordur herhalde.
Duvarlarda Mehmet Akyıldız, Bülent&Lida posterleri var, tanımıyorum, duvara gerilmiş, kilim desenli kumaşlara iğnelenmiş. Mutlu mikrofondan anons ediyor, sırada Arabik horon var diye, millet deli gibi piste fırlıyor, horon için. Arabik horon ne? Ardından da Doğu Beyazıt’lı Memocan’ın konseri var diyor.  Hiçbir şey ama hiçbir şeyi anlayamıyorum. Burası neresi, Doğu Beyazıt nerede, bu insanlar kim, nerenin kültürü bu.
Köln’de bulunmuştum ilk defa geçen yıl. Almanca’ya dolanan Türkçe’yi, Almanlığa bulanan Türklüğü garipsiyerek bakmıştım. Tanıdığım insanlar ne Almandı nede Türk. Garip bir şey. Burada da aynı duygulara kapıldım, burası ne Anadolu ne İstanbul. İstanbul’a karışmış Anadolu insanı. Özünü kaybetmiş, acayip bir sosyal kültür oluşmuş. Çok yabancı. Buradaki adamlar neye kızar, neyi kaldıramaz anlamadım. Gülcan Bey’in hanımı tek başına oynamaya kalkıyor, Gülcan Bey sırıtıyor, romantikleşen bir şarkıda Gülcan Bey de kalkıp karısıyla dans etmeye başlıyor. Eli bel bölgesinden altlara kayıyor dans ederken. Çocukları sırıtarak bakıyor anne ve babalarına. Siyahlar içindeki kara, kuru adam uzun uzun üflediği nargile dumanının arasından yarı gözlerle bakıyor bu pistte dans eden çifte. Gülcan Bey kıskanmıyor, ne işin var pistte be kadın demiyor, ne bu giydiklerin dapdaracık demiyor, zevkle ve keyifle dans ediyor, diğer garip eşlerle beraber. Bu bir Cumartesi gecesi. Zamanında Çakıl Gazinosunda aileleriyle eğlenmeye giden işadamlarının başka bir versiyonu bu. Ama haberimiz bile olmayan bir versiyon.

Karışık kebap yap ortaya çocuğum, bol soğanlı olsun!...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder