Ne hayatı, hangi hayat, hayat mı kaldı.
Şöyle bir skalasını yapsak hayatın, sıfır noktasından, şu
cümleyi söyleyene kadar ki kısmına kadar, koca bir çizgi çeksek, basamağa
ayırsak, geriye kalan çubuğun uzunluğu öncesine göre kaçta kaçıdır yaşanan
sürenin. Hiç. Kalan süre geçmişe göre hiç. Hala nedendir geriye kalana hayat
demeye çalışmak. Hayat olan kısmı çekti gitti, geriye yat kısmı kaldı. Ya bir
köşede koltuk kenarında, yada artık kullanamadığımız uzuvlarımızla yatma,
yatıp, yaşadığımız kısımların aritmetiğini yapmaya kaldı. Keşkeler, ah pişmanım
demeler, öyle değil böyle olsaydı demelerle geri kalanı yatarak tüketeceğimiz
bir hayatın nesinden bahsedelim ki. İyi ki de öyle yapmışım dediklerimiz çok ise
koca bir gülümseme ile yatarız o koltukta. Ya yapamadıysak düşündüklerimizi,
vay halimize.
Çeşmeler değil nehirler akarken önümüzden eğilip de bir tas
su içmediysek o ağarmış saçlarımıza hiçte yakışır mı ah edip iç çekmeler.
Kahvenin önünden geçerken bastonuna abanıp oturmuş, yüzü kırışık içinde,
kasketi bir tarafa kaymış amcalar görüyorum. Kiminin bir tebessüm var yüzünde,
eski sevgilinin zülüflerini düşünüyor besbelli, bir diğerinin öfke daha da
karartmış suratını. Söylemek isteyip de sevdiğini söyleyemediği kadını başka
birinin kolunda, önünden yürüdüğünü hatırladığından herhalde. Evde biri
torunlarına gülerek masallar anlatırken, diğeri yalnız kapıları kapatıyor
hikayelerin üzerine. Hatırlamamak insan bahşedilmiş en büyük lütuf. Nerede ne
hata yaptığını hiç değilse hatırlayamadığından uyuyabiliyor yalnız yatağında.
Çok eski bir dostuyla paylaşıyor en nadide sofrasını yaptıklarının ne kadarda
doğru olduğundan bahsediyor keyifle, başka bir semtte oğlunun doğduğu günü
unutarak. İşte geri kalan hayat, yaşayabilirsen yaşa.
15’’
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder