Son zamanlarına yakın başlamıştı yazmaya. Fistolu, dantelli
evinin salonunda, ihtişamlı ceviz mobilyaların içerisinde oturup yazıyordu.
Yazmam lazım, yazayım ki benden sonra da hatıralarımdan öğrenin, nereden
geldiniz, anneniz babanız kimdi, derdi. Hayretle, şaşırarak bakardım. Okumakta
zorlandığım yazılarına bakıp, nasıl oluyor da kendine bu kadar güvenebiliyor.
Yazabilirim zannediyor diye, düşünürdüm.
Yazdı da. Epeyce yazdı.
Kocasıyla ilk tanıştığı günden başlayarak yazdı.
Bize, babamın geç
mesai saatlerinden eve dönmeden önce oturttuğu mutfak camının önünde anlattığı
hikayeleri bir bir yazdı. Babam olmadığında yemek yapmaz. Memleketimin
yemekleri dediği kuru ekmek üzerine, soslu kıyma ve sarımsaklı yoğurt bastığı
ve bir türlü ismini kabullenemediğim tirit dediği yemeği tahta masanın ortasına
tepsiyle koyar. Işıkları kapatır. Perdeleri açar ve o üç kişilik masada, cam
önünde anlatırdı çocukluğunu, gençliğini.
Anne, işte o yazdıklarını kaybettim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder