Sadece hüzün veriyor bana kasaba ve Anadolu şehir
pastaneleri. Lila duvarlarında özene bezene seçilmiş natürmort tablolar. Bol
fistolu perdeler. Kadın ve aile olanlarını diğerlerinden ayıran localar. Yoğun
börek kokusu, çay kokusuna karışan. Koyu çay. Beyaz gömlek, siyah kazaklı
garsonlar. Sabahın erken saatlerinde işbaşı yapmış ustalar. Bana hep hüzün
verir bu pastaneler. Teslimiyeti hissederim. Toplum düzenini, kadının yerini en
çok hissettiğim mekanlardır. Locada eşinin eteğine ilişirsin. Gözlerini masadan
kaldıramazsın biran için bile. Mümkünse sırtını dönersin erkek topluluğuna.
Böylesi daha da edeplidir.
-Beş kıymalı çek!.
Amelesi, ustası, esnafı sabah ilk adres olarak gelirler.
Evde ya annelerinin yada karılarının yaptığı böreği bu kez de usta elinden
yerler. Anadolu erkeği böreği sever. Bol un, yufka arasına serpilmiş peynir,
kıyma. Kıyı köşesini doldururlar midelerinin. Bunca yıl sonra yalnızsan eğer ve
gelmişsen böyle bir Anadolu pastanesine, bu kez locaya tek başına oturursun. Bu
kez erkeklere dönük ve gözlerin üzerinde, tehdit edersin hepsini bakışlarınla.
Ya yalnız kadınsan bu Anadolu topraklarında, şansın ne kadardır ki. İsmini bir
türlü aklımda tutamadığım pastanenin bir köşesinde yalnızım şimdi. Tüm
rollerden arınmış. Sadece kendi kimliğimle. On üçle başlayan yılın ilk gününde.
Çay acı, yufka lop. Etraf yağ kokuyor. Ama bir şey, bir şey canımı yakıyor.
Anılar doluşuyor beynime. Nasılda bir Anadolu şehrinin az kıyısında bile
yaşamaya razı olduğum o güçlü duyguyu anımsıyorum. O inancı ve bağı. Yine
inanmalı mıyım o duyguya, şayet birisi sırtımdaki teri kurutmaya çalıştıysa,
yada dik yokuşta düşmemem için kolumdan tuttu yada uyuya kaldığım koltukta
omzuma battaniye örttüyse inanmalı mıyım. Bu duygu gerçektir, temizdir,
şimdidir, diye…inanmalı mıyım?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder