‘’İsteselerdi bende verirdim!’’ diye düşündü kadın. Ama
direk istemek yerine bugün, buralara sürüklediler. Böyle hakim karşısında mı
görmek nasip olacaktı onları. Halbuki on sekiz ay arayla doğurmamış mıydım.
Daha yeni yeni hayatı kucakladığım yaşlarda ikisi de kucağımdaydı diye düşündü.
Basit, portakal renkli, formika masanın yan şeridinin kalkan kenarını, düşüncelerinin
öfkesiyle tırnaklarken, şerit kırılıverdi. Cam gibi keskin formika parçası
tırnağından içeri giriverdi aniden. Elinin kesilmesinden daha fenadır tırnağın
içine giren kıymık acısı. İçini çekip, parmağını hızla ağzına götürdü. Sabahın
erken saati olduğu için büfede tek bir garson hem siparişleri hazırlıyor, hem
de servis yapıyordu. Aman abla ne yaptın, diye atıldı tezgahın arkasından genç
garson, bozuk, doğu şivesiyle. Kadının
elini avucuna alıp, sanki kendi parmağı acımış gibi yüzünü buruşturdu. Kanının
bir miktar akması için parmaklarının arasında sıkıştırdığı bu yılların yorduğu
elin buz gibi, adeta ölü eli gibi olmasıyla şaşırıp, abla ne oldu, çok mu
üşümüşsün, hem de bu sıcakta, dedi. Kadının ne kesilen parmağının acısına nede
gücünü kontrol etmeden kerpeten gibi parmağını sıkan iri elli gence hiç tepkisi
olmadı. Sadece buğulu, koyu kahverengi delikanlının gözlerine, evlatlarının
canının yanmasına umarsızlığına karşın, içinin titremesine duyduğu şefkatle
bakakalmıştı.
İnsanın sevgi ve şefkati mutlak olması gereken yerde değil
herhangi bir yerde de bulabilmesinin mümkün olduğunu hissetti kadın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder