Vapurun hareket düdüğü çalmış, iki ayağı bitişik, demir
korkuluklara dayanmış, şehre bakıyordu. Saçları arkadan toplu olduğu halde
perçemi boğazın esintisiyle tel tel yüzüne, yanaklarına vuruyor, gözlüklerinin
üzerine dolanıp, uçuşuyordu. Denizin taze kokusuna, vapurun mazot kokusu
karışıyor, hafif hafif midesini bulandırıyordu. Martılar hareket eden vapurun
yanında çığlık çığlığa yolcuların atacağı simit parçalarını kovalıyordu. Açılıp
kapanan kapıdan çay ve simit kokusu dışarıya geliyor, bir çay içsem ne iyi
olur, diye aklından geçiriyordu. Ama valizleri tekrar içeri taşımak zoruna
gidiyordu. Henüz sırtından süzülen ter kurumamıştı bile. Arkadan, diz
arkasından ayağına kadar güneş vuruyor, Ekim ayına rağmen yazın kavurucu sıcağı
hissi veriyordu. Fakat boğaza bakan yüzü rüzgardan üşüyordu. Bir an önce yola
çıkmak istiyor. Uzunca sürecek yolculuğun onu dinlendireceğini düşünüyordu.
Elleri şişmiş, yüzükleri parmağına dar gelmeye başlamıştı. Bunca sıkıntıya
birde bunu ekleyemeyeceğim diyerek çıkarıp kot pantolonunun cebine koydu. Ya
kaybedersem diye düşündüğünde; hiç
kaybetmeyi düşünmediği şeylerin hep etrafında olduğunu ama kaybetmekten
korktuğu her şeyi kaybettiğini hatırlayarak gülümsedi.
6’’
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder